Kızılhaç yeni kampanyası ile savaştan zarar gören bir ülkede büyümenin nasıl bir şey olduğu konusunda farkındalık yaratmak için artırılmış gerçeklik uygulaması geliştirdi.
Artırılmış gerçeklik, kurgusal dünyaların içine girerek kendimizi eğlendirmenin bir dizi yolunu sağlamıştır. Bununla birlikte, bu teknoloji, karşılaşmadığımız gerçekleri fark etmemiz için de kullanılabilir. Uluslararası Kızılhaç Örgütü de bu amaçla, ‘Enter the Room‘ adlı yeni bir AR deneyimi sunuyor.
Uygulama, kullanıcıları küçük bir kızın yatak odasına götürüyor. Kullanıcılar bir kız olarak oyuncaklar ve boya kalemleri olan, normal görünen bir odayla karşılaşıyorlar. Hikaye, dört yıl boyunca bu küçük kızın odasında geçiyor ve bu esnada da dışarıda bir savaş sürmekte. Hikaye ortaya çıktıkça ve duvarların ötesindeki görünmeyen şiddete bağlı olarak, oda harabeye dönüşüyor. Alçı sıvaları ve boya griye dönüşüyor. Kızılhaç bu uygulama ile kullanıcıların böylesi şartlar altında yaşamanın neye benzediğini anlamalarını amaçlıyor.
Uygulama, sadece farkındalığı artırmak değil, aynı zamanda daha fazla insanın yardım etmesini sağlamak ümidiyle dijital inovasyon ajansı Nedd tarafından oluşturuldu. Uygulamadan sağlanan gelirler, böylesi koşullarda yaşayan aileler için gıda ve su gibi temel ihtiyaçları sağlamaya adanmış yardım kuruluşlarına gidecek.
Nedd Kurucu Ortağı ve Kreatif Direktörü Vincent Vella proje için şunları söyledi: “Bugün, dünyanın dört bir yanındaki milyonlarca insan savaştan kaçmaya çalışıyor. En bilinçli ve farkındalığı yüksek batılılar için bile bazen bu durum uzak ve soyut bir problem gibi görünebilir. Ancak artık savaşlar, savaş alanlarında değil insanların sokaklarında, evlerinde. Bu proje ile savaşın kapınıza geldiğinde insanların neyle karşılaştıklarını hissetmelerini istedik.”
Künye:
Reklamveren ICRC (Kızılhaç Uluslararası Komitesi) MarkaYönetimi Ariel Rubin, Christopher Nicholas Ajans Nedd Kreatif Direktör Vincent Vella, Bruno Samper SanatYönetmenleri Siegfried Rouanet, Amélie Carbon ReklamYazarları Vincent Vella, Marylin Beaulieu, Margaux Milesi Geliştirici Bastien Merindol
Şubat ayında Özsüt’e Sevgililer Günü özelinde bir kampanya tasarlayan egegen, marka ile ilişkisini bir adım ileri taşıdı. Özsüt yeni dijital ajansı olarak egegen’i seçti.
2018 yılında portföyüne eklediği yeni markalar ile büyümeye devam eden egegen, Özsüt ile iş birliğinde dijital strateji danışmanlığı, dijital pazarlama iletişimi, sosyal medya yönetimi, web sitesi tasarım ve programlama, kriz iletişimi ve online itibar yönetimi alanlarındaki tüm çalışmaları yürütecek.
İş birliği Sevgililer Günü projesiyle başladı
Şubat ayında Özsüt’ün dijitaldeki iletişimine Sevgililer Günü projesi ile başlangıç yapan egegen, bu kapsamda #aşkgülümsetir kampanyasını hayata geçirmişti. Kampanya ile Özsüt’ün Sevgililer Günü’ne özel olarak hazırladığı Harmoni, Kalpten Kalbe ve Sihirli Küre pastalarının iletişimi gerçekleştirilmişti. Kampanya döneminde 360 derece yürütülen çalışmalarda dijital pazarlama stratejisi, dijital reklam yönetimi, mikro site tasarım ve programlama, sosyal medya yönetimi egegen tarafından yönetilmişti.
2000 yılından bu yana dijital pazarlama alanında müşterilerinin beklentilerine yönelik web, mobil, dijital pazarlama, sosyal medya, SEO çözümleri sunan egegen’in hizmet verdiği markalar arasında E.C.A., Serel, Elginkan Holding, Bambi Yatak, Yatsan, Sinpaş, Amway Türkiye, Uğur Derin Dondurucu, TAYSAD yer alıyor. Özsüt ile yapılan anlaşma haberi, egegen’in sosyal ağlarında yayınladığı video ile duyuruldu.
Konya’da faaliyet gösteren DP Creative, müşterilerine yol arkadaşlığı ve fikir mühendisliği yaparak hizmet veriyor. Ajansın iddialı olduğu bir diğer alan ise kriz yönetimi.
İstanbul dışı sayfalarımızda bu ay Konya’dan DP Creative’i misafir ettik. Yerel firmalar dışında birçok ulusal markaya da hizmet veren ajansın, Poçan Kuyumculuk için hazırladığı “Anneler Günü” kampanyası ile Bölge Yarışması, Tek Mecralı Kampanya Kategorisinde Kristal Elma ödülü bulunuyor. DP Creative’in önümüzdeki hedefleri arasında ise ulusal firmalarla ulusal ölçekte ödüllü işler yapmaya devam etmek var.
Bilmeyenler için, ajans hakkında genel bilgilerle başlayabilir miyiz?
2007 yılında doğan ve şu an 11 yaşında olan, bizim için büyüme yolunda hızla ilerleyen bir çocuktan farksız ajansımız, göz bebeğimiz. Şu an aktif olmayan İstanbul ofisimizdeki müşterilerimiz sağ olsunlar hala bizimleler. Ajans; ekibiyle, kedisiyle, kahvesiyle, çayıyla bazen sabahlara kadar eğlendiğimiz, bazen de bitse de gitsek yahu dediğimiz, herkesin herkesten bir beşlik alabildiği ve kapıların asla kapanmadığı bir ev bizim için. Ajans olarak en dikkat ettiğimiz nokta; müşterilerimizle karşılıklı olarak içimize sinen, izleyen, izlettiren fikirli işler çıkarmak.
Ajans hangi alanlara yöneliyor, neler yapıyor?
Bizimle çalışan ve birlikte büyüdüğümüz markalarımızın bütün iletişim stratejilerini belirliyor ve her sıkıntılarında yanlarında oluyoruz. Düğündür dernektir, tabii bunlar da dahil. Televizyon, radyo, sinema, dijital ve sosyal medya mecralarında markalarını büyütüyor, outdoor ve indoor kullanımından da mahrum bırakmıyoruz. Unutmadan tabii, dijitalin gücünün de farkındayız. Ödül kotamızı doldurmayı pek düşünmüyoruz. Kattıkça katasımız geliyor. Bir markamız için yaptığımız çalışma ile aldığımız Kristal Elma’mızın yanı bu yıl dolacak gibi.
Konya’daki bir ajansın İstanbul’dakilere göre avantajları ve dezavantajları neler?
Ulusal olarak hizmet veren birden fazla marka ile çalışıyoruz. Genel problem şu ki; bizim gözümüz gibi baktığımız firmalar, tabii ki her işlerinde iyi olan İstanbul ajanslarını da denemişler ama biraz ilgisiz bırakılmışlar. Ne yalan söyleyelim biz karşılıklı ilgiyi seviyoruz. Dezavantajı; iletişim konusunda bazı sorunlar yaşanıyor tabii, fakat neyse ki kriz yönetimi konusunda iyiyiz.
DP Creative olarak çalışan bulmakta zorlanıyor musunuz, yeni iş arkadaşları alırken kriterleriniz neler?
İlk kriterimiz Konya’da olan biri. Heyecanlı, yerinde duramayan, eh biraz da kitabın ortasından konuşan biri olsa fena olmaz. Kara kaşı karı gözü olmasa da olur. Gülüşüyle koridorları inletiyorsa ne ala… Ajans olarak odak noktamız, fikir. Yani bize gelecek kişi de, fikri gelince hiç durmadan patlatabilen ve altı dolu fikirler üretebilen biri olmalı.
Bundan sonrası için hedefleriniz neler?
Bundan sonrası için hedefimiz, çalıştığımız markaları oldukları yerden daha da yükseğe taşımak ve onlarla birlikte zirveyi paylaşmak. Bu yıl iki tane ulusal firma kattık portfolyomuza, biraz daha katsak fena olmaz. Dünyada reklamcılığın evrildiği yolu takip ederek ulusal firmalarla ulusal ölçekte ödüllü işler yapmak ve markalarımıza değer katmak birincil önceliğimiz. Geleneksel mecralardan çıkarak fikrin gücünün ön plana çıktığı yaratıcı işler peşindeyiz. Bundan sonra daha kreatif, daha yaratıcı olmayı hedefliyoruz.
Konya’da reklamcılığın başlıca sorunları neler?
Genel anlamda reklamcılıkta nasıl sorunlar varsa biz de o sorunlardan şikayetçiyiz az çok. İnsanlar artık reklam kokan işler izlemek istemiyor ve bunu reddediyor, buna biraz üzülmüyor değiliz ama bu bizi yıldırmıyor aksine yaratıcılığımızı kamçılıyor. Konya doğumluyuz fakat kendimizi bununla sınırlandırmadan Konya dışında firmalarla çalışarak kendi sınırlarımızı aşıyoruz.
Bu yazı ilk olarak Campaign Türkiye Mart 2018 sayısında yayımlandı.
HukukiBoyut avukatlarından Yunus Çelikbiz, Mart 2018 sayımızda oto galerilerine getirilen yasal düzenleme hakkında yazdı.
İkinci El Motorlu Kara Taşıtlarının Ticareti Hakkında Yönetmelik, 13.02.2018 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlandı, birçok maddesi de yayımlandığı tarihte yürürlüğe girdi.
Yönetmelikte en dikkat çekici yenilikler ikinci el motorlu kara taşıtı ticaretiyle iştigal edecek kişilere (satıcı), onların çalışanlarına ve ticaretin yapılacağı yere ilişkin düzenlemeler ile ekspertiz raporu ve garanti zorunluluğu olarak karşımıza çıkıyor. Yönetmeliğe göre ikinci el motorlu kara taşıtı ticaretini ancak işletmesi adına yetki belgesi alan satıcılar yapabilecektir. Yetki belgesi alınmasının şartları yönetmelikte sayılmış olup en önemlilerini; işletmenin imar mevzuatı çerçevesinde belirlenen ticaret alanlarında, çevreye ve trafiğe yük getirmeyen yerlerde ve içinde ikamet amaçlı kullanılan bağımsız bölüm bulunmayan yapılarda açılması, satıcının en az lise mezunu olması, mesleki yeterlilik belgesine sahip olması ve bazı suçlardan hüküm giymemiş olması olarak sayabiliriz. Bu düzenleme ticarete yeni başlayacak satıcılar için geçerli olup halihazırda bu işle iştigal eden satıcılar ise yaklaşık 1,5 yıl içinde yetki belgesi almakla yükümlü kılındı. Satıcı dışında işletmede pazarlama ve satış personeli olarak çalıştırılan kişilerin de mesleki yeterlilik belgesine sahip olması gerekmektedir. Ancak bu madde yönetmeliğin yayımı tarihinden itibaren üç ay sonra yürürlüğe girecektir. Yönetmeliğe göre satıcı satıştan hemen önce araçla ilgili ekspertiz raporu almalı ve bu raporu alıcıya teslim etmelidir. Bu maddenin yürürlüğü de yönetmeliğin yayımı tarihinden itibaren altı ay sonraya bırakıldı. Garanti konusunda yapılan düzenlemeye göre; ikinci el otomobil ve motosikletin motor, şanzıman, tork konvertörü, diferansiyel ve elektrik sistemi, satış tarihinden itibaren üç ay veya beş bin kilometre olarak satıcının garantisi altındadır. Satıcıların, yönetmelik düzenlemelerine uyup uymamalarının denetlenmesi ve aykırılık halinde para cezası uygulama yetkisi de ilgili Ticaret İl Müdürlüğünde.
İlgili yönetmelikle oto galerilerinin ve çalışanlarının kalitesi artırılmak ve tüketicilerin mağduriyetlerinin engellenmesi amaçlanıyor.
4129Grey Creative Group Head’i Ahmet Terzioğlu, hayatına yön veren süper kahramanı babasını anlattı ve yine aynı ajanstan Mehmet Ali Ekmekçi de illüstrasyonunu hazırladı.
Merhaba. Bana kahramanımı sordular. Ben de benim için önem taşıyan herkesi kaydettiğim kafamdaki ansiklopediye biraz göz attım. Kimi herkesin bildiği, kimi ise resmen kıyıda köşede kalmış bir cevher olmasından mütevellit ufak bir grup insan dışında pek de umursanmamış birtakım isimler üstüne düşündüm. Çok bilinenler hakkında yazmak anlamsız, az bilinen bir isimle ilerlemek ise sahte bir his verdi.
Kendimce bir kahraman tanımlaması yapayım önce: Sohbet edebileceğiniz, size kitap tavsiye edebilecek, beğenmediğinde beğenmedim diyebilecek ve yeri geldiğinde canı sıkılan, üzülen, çok önemli şeyler öğrendiğimiz ve bu nedenle de (alışılmışın dışında) öğretmenlerimiz olan, bize yepyeni kapılar açan, lafı çok edilen ama fazla görmediğiniz “ufuk açıcı” düşüncelere sahip, dünyayı anlama biçimimizi değiştiren insanlardır kahramanlar.
O yüzden, kendi adıma bu sorunun yanıtının nerede olduğu belliydi; yanıt, geçmişimde bir yerdeydi. Böylece İzmir’den ayrılırken geride bıraktığım odama ufak bir yolculuk yapma gereği duydum.
Hem fazla yoğunluktan hem de 30 yıl boyunca yaşamımızı sürdürdüğümüz evimizde artık yaşamadığımız için yolculuğum bir zaman yolculuğu şeklinde gerçekleşti. Göz açıp kapayıncaya kadar oradaydım. Yanıt, o odanın içindeydi. Biraz dolanmak yetecekti. Bundan emindim. Tahmin ettiğim gibi de oldu, yolculuğum verimli sonuçlar verdi.
Önce odamın duvarlarına astığım fotoğraflara biraz göz gezdirdim. İnternetten bulunup siyah beyaz çıktı alınmış üç A4 kağıt duvarlarda duruyordu. İşte, Kieslowski oradaydı. Ondan hikâye anlatmaya dair en önemli şeyi, gerçeğin zarafetini öğrenmiştim. Minik bir olayın rastlantısal olarak pek çok şeyi bir araya düğümleyen bir ip gibi çalışabildiğini, gerçeğin hikâyeye, hikâyenin gerçeğe esin kaynağı olabileceğini ve Lehçe “uyumak” kelimesini bana onun filmleri öğretti.
Göz ucuyla baktığım diğer duvarda Oğuz Atay vardı. Ne yazık ki 20 yıla yakın bir süredir herkesin ne kadar depresif ve derin olduğunu söylemesinin aracı olan kurmaca eserleriyle arama mesafe girmişti. Bu yüzden günlüğü benim için daha büyük bir önem taşıyordu. Atay’ın günlüğü, okuduğum ilk günden beri benim için bir kitaptan diğerine giden muhteşem manzaralı yolları gösteren gizli bir harita görevi gördü.
Görse bana aşırı kızardı ama Ece Ayhan da orada, duvardaydı. Bağlam kelimesinin sıradan bir sunum klişesi olmadığını tek bir kez bile sunum yapmadığım zamanlarda, onun külliyatı bana her satırıyla göstermişti.
Siyah beyaz çıktılarda durum böyleydi. Masamda duran oldukça dandik MP3 player’ımı kurcaladığımda ise büyük bir karmaşa söz konusuydu. Lakin üç David, “yaptığın şeyi durmadan iyi yapmak istiyorsan daima farklı kaynaklardan beslenmeyi sürdür, başaramasan bile en azından eğlenirsin” diyerek öne çıktı. David Bowie, David Bryrne ve David Gilmour’dan söz ediyorum.
Kitaplık… En gizemli labirent. Sıra ona geldi. Bir sürü kitap sırtı arasında gözlerim dolandı, Thomas Pynchon’da durdu. O da bana her şeyin bir sınırı olduğunu, evet, yazının bile bir sınırı olduğunu gösterdi. Tabii ki bu sınırın aşılması gerektiğini de… Pynchon’dan Berna Moran’a, oradan Norman Mailer’a, Kurt Vonnegut’a, Yusuf Atılgan’a, Stanislaw Lem’e, Philip K. Dick’e, Alan Moore ve hatta ve hatta Vüs’at O. Bener’e kadar gittim. Tüm bu isimlerden ve çok daha fazlasından; hayal kurmak için gerekli olan, alet çantama koymam gereken şeylerin eksiksiz bir listesini aldım. Yukarıda bahsettiğim, bir kitaptan diğerine gitmemize yardımcı olan harita, bu yolculukta da işimi kolaylaştırdı. Ha bir de unutmadan, Şerafettin… Garfield’ı boğazlamak isteyen Bülent Üstün’ün olağanüstü cesaretini de selamladım. Cesareti de o arada kaptım herhalde.
Zamanda yaptığım küçük yolculuk, böylece sona erdi. Odamdan yazıma ve oradan da kahramanım kim sorusuna dönüyorum. Kahramanlar, alışılmışın dışında öğretmenlerdir demiştim.
Geçtiğimiz günlerde mimari dünyasının Nobel’i olarak adlandırılan Pritzker Ödülü’nü öncül kazanan Balkrishna Doshi’nin öğretmen olmaya dair çok güzel bir tanımlaması var. Doshi’ye göre öğretmenler bahçıvanlar gibi olmalılar…
Güle, çam ağacına, papatyaya… Bahçelerinde ne varsa tümüne tüm suyu, besini ve ilgiyi göstermeliler. Ama gülden çam, çamdan papatya olmasını asla beklememeliler. Benim en önemli öğretmenim ve dolayısıyla kahramanım, hiçbirinizin tanımadığı biri; babam Ali Terzioğlu… Hayatı boyunca, nasıl biri olmak istiyorsam o yolda asla taviz vermemem ve o kişi olmam için beni daima yönlendirdi ve cesaretlendirdi. Müthiş zengin düşünce dünyası ve birikimiyle yol göstererek hep yanımda oldu. Özgünlüğün abartılmış bir şey değil, bazı alanlarda bir mecburiyet olduğunu tekrar tekrar bana hatırlattı. Sadece özgürce kendim olmamı sağlayarak beni ben yapan, tek tek andığım tüm bu isimlerle tanışmamı sağladı. Onun sayesinde benim artık bir sürü kahramanım var. Ama tek bir süper kahramanım var, o da babam. 2 yıl önce aramızdan ayrılan babamı sevgiyle anıyorum ve ona her şey için çok teşekkür ediyorum. İyi ki vardın, iyi ki varsın.
Ahmet Terzioğlu Creative Group Head 4129Grey
Bu yazı ilk olarak Campaign Türkiye Mart 2018 sayısında yayımlandı.
DPİD Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Melis Onat, Campaign Türkiye Mart 2018 sayısında yazdı.
Bilir misiniz, bir yetişkin günde 35.000 civarında karar anı ile karşı karşıya kalıyor. Basit bir seçim, beğeni ya da satın alma kararları ile…
Markaların amacı, özellikle o satın alma kararları anında lehlerinde karar verilmesi. Tüketiciler ise, markaların yalnızca kendilerine sağladıkları ürün ya da hizmetin fonksiyonel değeriyle ilgilenmiyorlar. Tüketiciler fonksiyonel getirisi ile birlikte markaların kendilerinde uyandırdığı duygular ve hafızalarda yer edinecek unutulmaz anılarla ilgileniyor. Markaların duruşları, benimsediği değerlerdeki tutarlılık mercek altında.
Yoğun, karmaşık hayatlarına kolaylık ve konfor getirilmesi bekleniyor.
Bir markanın sürdürülebilirlik projeleri yeni neslin onu tercih etme sebebi. Ya da markanın insan ve hayvan sağlığına olan hassasiyeti…
Tüketiciler, aynı ihtiyaçların peşindeki diğer tüketicilerin tavsiyelerini dikkate alıyorlar. Çünkü samimi, doğal akışın dışına çıkmayan ilişki peşindeler.
Bugün sanal, artırılmış derken karma gerçeklik dünyasında yaşıyoruz. Bu teknolojiyi eğlenceli bir şekilde tüketicisi için kullanan, birbiriyle iş birliği yapan markalar, datayı mevzuata uygun kullanan platformlar belli ki kazanacak.
İşte bu yüzden bizler, markaların doğrudan tüketicilerine dokunduğu noktalarda deneyim yaratma peşinde değil miyiz? Bu deneyimleri anında paylaşabilmeleri için kanallar açmıyor muyuz?
İşte bu yüzden, doğru yer ve zamanda, doğru ses tonunu seçtiğimiz mesajlarla, doğru teknoloji ile karşılarına çıkmıyor muyuz? Doğru içgörüyü yakalama peşinde değil miyiz?
Bu yıl onuncusunu “Yakala!” teması ile düzenlediğimiz Doğrudan Pazarlama Ödülleri’nde 26 kategoride, otomotivden sigortaya, elektronikten kişisel bakım sektörüne 80’i aşkın marka, 300’ü aşkın başvuru yarışıyor. Amaçları, hedef kitleye hep bir ürün ya da hizmetten fazlasını aktarmak, farklı deneyimler tasarlamak!
Melis Onat
DPID Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı
Bu yazı ilk olarak Campaign Türkiye Mart 2018 sayısında yayımlandı.
Facebook Türkiye Ülke Direktörü Derya Matraş, Campaign Türkiye Mart 2018 sayısında yazdı.
Bugün artık insanların birbirine erişimi tarihte hiç olmadığı kadar kolay. Ama yeterli değil. Toplumların ve toplulukların küresel entegrasyonu için erişimin ötesinde bağlantılara ve buluşma platformlarına ihtiyaç var. Facebook’un dünyayı birbirine yakınlaştırmak misyonunun temelinde de bu görüş yatıyor ve merkezinde bağlanabilirlik var. İnterneti daha ulaşılabilir kılmaya yönelik iş birliklerine ve teknolojilere de bu yüzden odaklanıyoruz. Çünkü biliyoruz ki yüksek kalitede internete erişim sadece daha zengin bir iletişime olanak sağlamıyor, aynı zamanda toplulukları ve ekonomileri güçlendirmek için yeni fırsatlar yaratıyor.
Tek bir kuruluşun, tek başına dünyayı birbirine bağlaması mümkün değil. Nitekim bunun bilincinde olan ve aralarında Facebook’un da yer aldığı bir grup şirket, Mart ayı başında düzenlenen Mobil Dünya Kongresi’nde birlikte başlattığı yeni girişimleri duyurdu. Bu gibi inisiyatifler bağlantının az olduğu bölgelerde yeni iletişim ağları yaratabilir ve yeni teknolojiler, araçlar ve programlar geliştirerek daha fazla insanın online olmasını sağlayabilir.
Farklı coğrafyaların farklı ihtiyaçları ve kendine has zorlukları var. Bu yüzden her bölgeye uygun farklı çözümler üretebilmek için birçok ortakla çalışılıyor. Örneğin, kalabalık şehirler için Terragraph projesi başlatıldı ve bunu desteklemek adına kırsal ve az gelişmiş bölgeler için iyileştirilen düşük-güç üs istasyonu OpenCellular ile yeni ortaklık denemeleri yapıyoruz. Amazon yağmur ormanlarındaki insanlara internet bağlantısı sağlamak için Telefonica’yla, Afrika’da bağlantısı olmayan bölgelerin geliştirilmesini sağlamak için Orange ile çalışıyoruz.
Economist İstihbarat Birimi (Economist Intelligence Unit) tarafından yayımlanan Kapsayıcı İnternet Endeksi’ne (Inclusive Internet Index) göre, geçtiğimiz yıl internet erişimi yüzde 8,3 oranında arttı. Bu, umut verici bir gelişme. Ancak, dünya genelinde milyarlarca insan hâlâ internete ulaşamıyor ve yapılması gereken daha çok şey var. İnternet ekosisteminde yer alan her şirketin, bu konunun üzerine düşmesi gerekiyor.
Derya Matraş Facebook Türkiye Ülke Direktörü
Bu yazı ilk olarak Campaign Türkiye Mart 2018 sayısında yayımlandı.
Google Türkiye Ülke Direktörü Bülent Hiçsönmez, Campaign Türkiye Mart 2018 sayısında yazdı.
Sıklıkla dile getirdiğimiz gibi günümüzde öğrenmek, satın almak ya da bir yere gitmek isteyen kullanıcılar karar anlarında mobil cihazlarına başvuruyor. Google Tüketici Barometresi 2017 sonuçlarına göre mobil internet kullanımı, çalışmanın gerçekleştirildiği 63 ülkenin neredeyse tamamında online nüfusun yarısını çoktan geride bırakmış durumda.
Doğru anları yakalamanın önemi her geçen gün daha iyi anlaşılırken içeriğin kullanıcıya sunulma hızı da etkileşimdeki artışa doğrudan yansıyor. Zira bir mobil site ne kadar güzel görünürse görünsün, eğer yavaşsa tüketiciler o siteye bağlanmaktan vazgeçiyor.
Araştırma verileri de hızın ve kullanışlılığın önemini vurgulayacak nitelikte. Google/SOASTA “Online Perakende Performansında Durum” araştırması, bir mobil sayfanın yüklenmesindeki her 1 saniyelik gecikmenin dönüşümü %20’ye varan oranda düşürdüğünü gösteriyor. Kullanıcıların yüzde 53’ü ise üç saniyeden uzun sürede yüklenen sayfaları beklemeden terk ediyor.
Kısa süre önce kullanılabilirlik uzmanı cxpartners ile Google tarafından hazırlanan, mobil kullanım kolaylığı konusunda Avrupa’da başı çeken perakende, seyahat ve finans sitelerini belirlemeye yönelik “Mobil Site Karşılaştırma Çalışması 2018”in sonuçları açıklandı.
Çalışma sonuçlarına göre en kolay kullanılabilen mobil web siteleri perakende alanında Danimarka’da, finans alanında Norveç’te, seyahat alanında ise Fransa’da yer alıyor.
Bulunabilirlik, ürün sayfaları, kayıt & dönüşüm ve mobil tasarım (ve hız) gibi kullanıcı deneyimi açısından öne çıkan alanları temel alan çalışmada, kullanıcılar, Türkiye ve araştırma kapsamındaki diğer pazarlar hakkında yer alan bilgilere web üzerinden (thinkwithGoogle) kolayca ulaşabiliyor. Özetlemek gerekirse, kullanım kolaylığı ile ilgili bu araştırmada Türkiye’nin söz konusu üç sektördeki ortalama puanları %53-72 arasında.
Bu da mobil kullanıcı deneyimini iyileştirmek için daha fazla yol alınması gerektiğini net şekilde ortaya koyuyor.
IAB Türkiye tarafından bu yıl 8’incisi düzenlenen MIXX Awards Türkiye ödülleri, 27 Şubat’ta Four Seasons’da gerçekleşen törenle sahiplerini buldu.
MIXX Awards, dijitalin Oscarlar’ı olarak kabul ediliyor ve kişisel görüşüm, her geçen yıl bu benzetmeyi daha çok hak ediyor. 2017 MIXX Awards Europe’ta dağıtılan 35 ödülün, biri Grand Prix olmak üzere, 16’sı Türkiye’ye geldi. Yalnızca, Avrupa’daki ödüllerin neredeyse yarısını kazanmamız bile bunun göstergesi.
MIXX bu yıl “Aslında dijitalin ödülü sonuçtur” temasıyla sadece yaratıcılığı değil, dijitalin doğası gereği, iş sonuçlarını da değerlendiren bir yarışma olduğu vurgusunu ön plana çıkarttı. Başvuru ve ödül almayı daha zorlu bir hale getiren bu kritere rağmen bu sene rekor düzeyde rakamlarla karşılaştık: 645’i geçerli toplam 693 başvuru, 222 adet finalist ve sonuç olarak 29 kategoride 91 ödül… Başvuru adetlerinde ve kalitelerindeki gözle görülür artış IAB Türkiye’ye daha fazla sorumluluk yüklüyor. Bu nedenle, geçen yıl yapılan değişiklikle, ön eleme online değil toplantı düzeninde gerçekleştirilmişti. Bu sene, bir adım daha ileri gidildi ve 45 kişilik ön jüri 4 gruba ayrıldı, 4 gün boyunca 645 başvuruyu inceledi. 222 başvuru finale kaldı. Ön eleme jürilerinin, işlerini ne kadar büyük bir titizlikle yaptıkları finale kalan işlerden açıkça belli oldu.
Ana jüri, Publicis One Türkiye CEO’su İnanç Dedebaş başkanlığında toplandı. Yoğun tartışmalı geçen toplantılarda puanlamayla birlikte önümüzdeki senenin değerlendirmesini yönlendirecek öneriler de geliştirildi. Bu kapsamda IAB ABD’nin de onayıyla bazı kategoriler birleştirilirken, muhtemelen yenileri eklenecek. Yönetmelikte değişikliklere gidilecek.
Bu tür jürilerde şirket kimliklerinden sıyrılmak ve tarafsız olmak, uygulamada çok zordur. Üyesi bulunduğum MIXX jürisi bunu nadir gerçekleştirenlerden biri oldu. Bu nedenle IAB ekibi, jüri seçimi ve süreç yönetimi nedeniyle övgüyü hak etti. Geriye, incelenen 645 başarılı iş, ön jürilerle birlikte, yorucu ama eğlenceli 6 gün ve 91 ödül kaldı. Katkıları için tüm sektöre teşekkürler.
İDA Üyesi Mustafa Kutlay, Campaign Türkiye Mart 2018 sayısı için yazdı.
Son dönemde pazarlama ve iletişim alanında çalışanların gündemindeki en önemli konulardan biri yeni nesil tüketiciyi anlayabilmek. Y ve Z kuşağından bahsediyoruz. Y kuşağı bugün 19-38 yaş grubunda, Z kuşağının ilk yıl doğanları da artık kendi kararlarını verebilecek yaşa girdi. İletişimin hangi disiplininde çalışıyorsanız çalışın karşınızda etkilemeniz, yakalamanız gereken 0-38 yaş aralığında ‘gökkuşağı’ gibi farklı renklere sahip bir kitle var.
Reklam ve pazarlamacılar biz kurumsal iletişimcilerden çok daha önce, Y ve Z kuşağının domine etmeye başladığı yaşamı analiz etmeye odaklandılar. Biz iletişimciler ise, bu değişen dünyanın ihtiyaçlarına çok da hızlı reaksiyon veremedik. 2017 yılında markaların reklam harcamalarının dağılımına baktığımızda yüzde 53 ile TV’ler ilk sırada, yüzde 25 ile dijital medya ikinci sırada. Gazetelerin toplam reklam harcamalarından aldığı pay ise yüzde 12. Markalar, pazarlama alanında hızla yeni nesle ulaşacak, onları etkileyecek kanalları keşfetmeye başladı. Reklam ve pazarlama bütçeleri hızla dijital mecralara yöneliyor. Oysa, aynı markalar kurumsal iletişimde benzeri bir dönüşüme direnç gösteriyorlar. Bugün bir kurumsal iletişim yöneticisinin o markanın üst yönetimini ‘İletişimimizi de artık dijitale kaydıralım’ yaklaşımına ikna etmesi kolay değil. Reklam harcamalarını dijitalleştirme kararı verebilen CEO’lar, konu haber olmak olunca muhafazakarlıklarını sürdürüyor ve yazılı basında görünmeyi daha itibarlı buluyor.
Pazarlama iletişimini yeni dünyaya uygun hale getirirken, kurumsal iletişimde bunu yapmayan markaları bugün için belli ölçüde anlamak mümkün. Dijital medyada özgün içerik üretimi yeterli değil. Konvansiyonel medyada görünmek, markaları gazetelerin internet sayfalarına da taşıyor. Ancak konvansiyonel medyanın da önceliğine aldığı ve yatırım yaptığı dijital ortamdaki yapılanma hız kazandıkça, dijital medyanın içeriği konvansiyonel medyadan ayrışacak. Kurumsal iletişimde de medyadaki bu dönüşümü erken hisseden ve iletişim stratejisini buna göre kurgulayan markalar ‘içinden elektrik geçen her şeyden haber alınan’ yeni dünyada fark yaratmayı başaracak.
Katar ve Dubai’de çalıştıktan sonra rotasını şimdi de Madrid’e çeviren bir isimNaz Yunt. Art direktörle, yurt dışında çalışmayı ve Türkiye’deki iş yapış biçimlerinin farklılığını konuştuk.
İstanbul, Katar ve Dubai’de çalışan Naz Yunt, bundan sonra kariyerine Madrid’de devam edecek.
Chicago Bulls’un en güzel döneminde Chicago’da doğdum. Küçükken de hep çizerdim ve kendimi başka bir yerde daha mutlu bulamazdım. Çizimlerim de hep gördüğüm, genelde komik ve çok alakasız hikayelerle doluydu. Hep gülmek, güldürmek ve insanları şaşırtmayı severdim, hâlâ da öyledir.
Babamın mesleği sayesinde birçok ülkede, birçok kültürün içinde yaşayarak büyüdüm. Bu da bende çok ayrı bir bakış açısı yarattı, dünyaya daha farklı gözle bakmamı sağladı ve hep öyle devam etti. Aynı zamanda sürekli ülke değiştirerek büyüdüğüm için hiç yerinde duramayan, hareketli ve her yere adapte olabilen bir kişiliğe büründüm. O da ileride, farkında olmadan ne kadar rahat edebileceğimi gösterdi reklam sektöründe. Çalıştığım ajans olsun, şehir olsun, insanlar olsun, hep hoşuma gidiyor değişiklik ve aynı zamanda da çok ilham verici oluyor.
Lisede okurken yaratıcılığımı gösterip para kazanarak meslek edinebileceğim bir kreatif alanda çalışmak istiyordum ama bunun nerede ve nasıl olabileceğinden haberim yoktu. Mimarlıktan vazgeçip Kadir Has Üniversitesi’nde burslu olarak grafik tasarımı bölümünde okurken buldum kendimi. Oradan da reklam sektörüne kapılarım açıldı.
“Türkiye’de çalışırken gözüm hep yurt dışındaki ajanslarda ve oradaki işlerdeydi.”
Türkiye’deyken birçok yerde staj ile geçmişti sürem ve asıl meslek hayatım TBWA\Istanbul’un Health bölümünde çalışarak başladı. Açıkçası o zamanlar çok görünürde ve bilindik işim olmadı çünkü hemen sonra yurt dışına çıkmaya karar verdim.
Türkiye’de çalışırken gözüm hep yurt dışındaki ajanslarda ve oradaki işlerdeydi. Türkiye’deki reklam sektörünün ne kadar çok ilerlediğini görsem de hâlâ gelişmekte olan bir süreç içinde olduğunu fark ettim ve kendimi yurt dışında daha iyi geliştirebileceğimi anladım. Aynı zamanda İstanbul’da mesleğim açısından çok iyi bir yerde olduğumu hissetmemiştim ve artık oradan gitmenin zamanı geldiğini düşünmüştüm. Nereye ve nasıl işe girebilirim diye araştırırken o zamanlar Katar’da görevli olan babam yeni açılmakta olan Ogilvy & Mather’a sanat yönetmeni aradıklarını söyledi. Birkaç ay sonra İstanbul’daki evi kapatıp kendimi çok ayrı bir bölgede çalışırken buldum.
Türkiye’deki reklam sektörünün ne kadar çok ilerlediğini görsem de hâlâ gelişmekte olan bir süreç içinde olduğunu fark ettim ve kendimi yurt dışında daha iyi geliştirebileceğimi anladım.
Ailemin görevi orada sona erdiğinde ben henüz o bölgeden ayrılmaya hazır değildim. O bölgede bunu yapabileceğim tek şehir Dubai idi ve birkaç ay sonra da kendimi yine yeni bir şehirde, Dubai O&M’de, yeni bir ofiste, daha büyük markalarla, daha uluslararası bir ortamda çalışırken buldum. Toplamda 4 yıl Dubai O&M’de çalışırken bu süre içinde çalıştığım iki kampanyada büyük ödüllere sahip oldum. Bu kampanyalardan biri olan “Tummyfish”, Dubai Lynx’de Grand Prix ve One Show’da Gümüş Kalem kazanırken diğer kampanya, “Potatoes On Mars” da ilk Altın Cannes Lions ve ilk D&AD Impact Pencil ödülümü kazanmamı sağladı. Bu inanılmaz güzel bir başarıydı ve Dubai’de böyle bir başarıya imza atmış olmak benim için çok gurur verici oldu.
Tummyfish Dubai Lynx’de Grand Prix ve One Show’da Gümüş Kalem kazandı.
Dubai O&M’de geçen 4 yılın ardından artık Dubai’deki süremin dolduğunu fark edip bir ay önce Madrid’e yerleştim. Çok ani ve güzel bir karar oldu. En güzel kararlar da öyle olur ya… 7 yıl reklam sektöründe çalıştıktan sonra küçük bir iznin vakti olduğunu anladım. Kendime ve kendi işlerime odaklanmak istemem, Avrupa’da bulunmak istemem ve en önemlisi benimle aynı sektörde çalışan partnerim, Andy Lipe ile birlikte, yeni bir şehirde, yeni bir hayat kurup kendi işlerimiz dışında; birlikte yapmak istediğimiz ve aklımızda olan bazı projelere büyük bir atılımda bulunmak istedim. Bu süre içinde Madrid’de birkaç reklam ajansıyla proje bazında işler alıp çalışacağım. Madrid’deki reklam sektörünü görmek, nasıl çalıştıklarını anlamak, onların kreatif bakış açılarını kendi gözlerimle görmek istiyorum. Bundan sonra da artık daha konsept tasarımlarla birlikte, UX/UI’a doğru daha dijital ve interaktif işlere doğru yol almak ve bunu sağlayabilecek bir ajansta çalışmak istiyorum.
“İki büyük fark var: Şehir ve kültür.”
İstanbul ile Dubai’yi karşılaştırırsak, şunu çok iyi anladım ki büyük reklam ajansları genel olarak iş yapış biçimleri bakımından her yerde aynı. İki büyük fark var: Şehir ve kültür. O kültüre adapte olmak ve onların anlayabilecekleri şekilde iş yapabilmek gerekiyor. Dubai’de en çok öne çıkan şey, inanılmaz uluslararası bir hub ve o bölgenin de en büyük merkezi olmasına rağmen, o bölgedeki marketlerin kültürlerini iyi anlayıp onların diline, zevkine ve mizah anlayışlarına göre iş yapmaktı. Orada çalışmak için Arapça bilmen şart değil ama bazen insan unutuyor bir Arap ülkesinde olduğunu ve Arap kültürünü bilmeden bir işi orada nasıl üretebileceğini. Dubai bunu öğrenmene de çok açık bir şehir değil açıkçası, çünkü popülasyonun fazlası dışarıdan gelen insanlar ve oradaki yaşam biçimi eğer oralı değilsen başka bir şeyi görmeni sağlamıyor. Orada yaşarken ana dili İngilizce olan bir şehirde hayatının geçtiğini sanıyorsun.
Türkiye’de çalışırken aslında ne kadar rahat bir şekilde çalıştığımı anlamamışım. Çünkü tek bir pazar içinde, bildiğin ve anladığın hedef kitlelere göre, tek bir odak noktası olan ve bazen zor olsa da yine de o kültürün içinde doğup büyüdüğün için hızlıca brief’e göre iş üretebiliyorsun.
Türkiye’de çalışırken aslında ne kadar rahat bir şekilde çalıştığımı anlamamışım. Çünkü tek bir pazar içinde, bildiğin ve anladığın hedef kitlelere göre, tek bir odak noktası olan ve bazen zor olsa da yine de o kültürün içinde doğup büyüdüğün için hızlıca brief’e göre iş üretebiliyorsun, bu çok doğal bir şekilde yol alıyor hatta. Halbuki Dubai’deyken bir sürü farklı kültürün farkı hedef kitlelerine, o kültürün içinde yetişmeden, İngilizce olarak ürettiğin işi Arapların anlayışına göre hazırlamak çok büyük bir zorluktu. Zamanla alışılıyor ama yine de her zaman mücadele ettiğin bir duruma sokuyordu seni. Yalnız bu bana inanılmaz büyük bir deneyim kazandırdı ve anladım ki Arap mantalitesi, bir Amerika ya da Avrupa ile asla kıyaslanamaz, oradaki müşteriler ne kadar batı kültürüne yakın reklamlar üretmek isteseler de…
Naz Yunt, ilk Altın Cannes Lions ve ilk D&AD Impact Pencil ödülünü Potatoes on Mars ile kazandı.
Açıkçası Türkiye’den çıkan işleri sürekli takipte değilim ama arada gözüme çarpan iki-üç çok başarılı iş görüyorum. Gördüğüm işlerin genel olarak her sene daha da ilerleyen bir kreatif gözle üretildiğini fark etsem de hâlâ gelişmek ve iyileşmek için alan bulunmakta, özellikle dijitalde.
Mutlaka yapın!
Yurt dışında çalışmak isteyen kişilere şunu söyleyebilirim: Mutlaka yapın! Yurt dışında çalışmak istiyorsanız gerçekten kendinizi sadece mesleki anlamda geliştirebileceğiniz bir şehre gitmeyin. Daha farklı bir gözle bakabileceğiniz, sizi hafif zorlayacak bir yere doğru hedef alın. O zaman orada olmaya değer çünkü. Onun dışında da çalışmak istediğiniz ajansı, ne kadar ödül aldığına göre seçmeyin. Ajansta kimlerle çalışacağınıza, nasıl bir çalışma hayatları olduğuna ve onların bugüne kadar hangi işleri hangi kalitede ürettiklerine ve sizin neler öğrenebilip neler katabileceğinize bakın. Şu anda çalıştığınız ajanstan bir farkı olmalı. Sizi zorlamalı, itmeli ve sonucunda da mutlu etmeli. Son olarak da bunu yapmaya korkmayın. İlk başta çok zor gibi görünecek o sürece alıştıktan sonra iyi ki yapmışım diyeceksiniz, emin olun.
Clear yeni reklamı ile hem Burak Özçivit‘in hikayesini anlatıyor hem de yenilenen formülünü duyuruyor.
MullenLowe İstanbul imzasıyla çıkan reklam filminde Burak Özçivit’in başarı öyküsü izleyiciye aktarılıyor. Filmi seyredenler; kariyerine küçük bir fotoğraf stüdyosunda başlayan ünlü oyuncunun, kendine inanarak Türkiye sınırlarını aşan bir yıldız oluşuna şahit oluyorlar. Markanın bu reklam filmi, sinema filmi tadındaki görsel dünyasıyla izleyenlere keyif veriyor.
Reklam filminde Clear, yenilenen formülü sayesinde kepeğin asla geri gelmeyeceğinin altını çiziyor ve seyircilere “Clear ile göster kendini” diyerek sesleniyor.
Çekimleri 4 gün süren reklam filmlerinin yönetmenliğini Thor Saevarsosson yaparken filmlerin prodüksiyonunu DEPO Film üstlendi. Filmin müziklerini ise MatGri Los Angeles besteledi.
Künye
Reklamveren: Unilever Marka: Clear ReklamverenYetkilileri: Kamuran Uçar, Alper Eroğlu, Özge Dağyar Acarbay, İlhan Ahmedov, Burcu İsmailoğlu, Ekin Özkaya, Deniz Barut ReklamAjansı: MullenLowe İstanbul ECD: Berkay Özay YaratıcıEkip: Andaç Erkök, Aysu Erenuluğ, Serdar Tabur StratejikPlanlama: Koray Serin MarkaEkibi: Ceyda Çoşkun, Duygu Şener, Tais Berberyan AjansProdüktörü: Hülya Efe Toptaş YapımŞirketi: Depo Film Yönetmen: Thor Saevarsosson GörüntüYönetmeni: Benedict Spence Müzik: MatGri Los Angeles
Filmde genç bir adam, sahip olması gereken bir şapkayı gördüğünde arkadaşlarıyla pazarda yürümektedir. Telefonuna bakar, yüzü Face ID tarafından tanınır ve Apple Pay ile ödeme yapar. Film boyunca bu şekilde tüm istediklerini almaya başlar.
Büyülü alışveriş gezisine Vulfpeck‘in ‘Back Pocket‘ şarkısı eşlik eder. Bu reklam filmiyle marka, iPhone X’in özellikleri arasında yer alan Face ID’nin kullanım kolaylığını ve Apple Pay ile daha önce hiç olmadığı kadar güvenli bir şekilde ödeme yapmanın mümkün olduğunu vurguluyor.
Siemens Türkiye’den Gizem Keçeci ile markanın “Yaşam İçin Yenilikçi Zeka” kampanyasını ve dijitalleşme konusunda izledikleri yeni strateji ile vizyonlarını konuştuk.
Siemens Türkiye İletişim ve Kurumsal İlişkiler Direktörü Gizem Keçeci
Globalde 171, Türkiye’de ise tam 162 yıldır faaliyet gösteriyor Siemens Türkiye. Marka; yenilikçi bir anlayışla, mühendislik gücü ve dijitalizasyondaki uzmanlığı ile insanların hayatlarını iyileştirmeye odaklanıyor. İstihdam, üretim ve yeni yatırımlara ek olarak Türkiye’nin ekonomik ve teknolojik gelişimine katkı sunmaya devam etmeyi en önemli hedefleri olarak belirliyorlar. Bununla birlikte sosyal sorumluluk projeleri de markanın ihmal etmediği ve önemli çalışmalar sürdürdüğü bir alan. Siemens Türkiye İletişim ve Kurumsal İlişkiler Direktörü Gizem Keçeci ile markanın dijital dönüşümünü, yayınladıkları yeni kampanyalarını ve kadınların güçlendirilmesi için hayata geçirdikleri projeleri konuştuk.
Müjde Bayındır Siemens Türkiye olarak yeni kampanyanız “Yaşam İçin Yenilikçi Zeka”yı birçok farklı mecrada yayınladınız. Reklam filminin hazırlık süreçlerinde nasıl bir içgörü vardı, kampanya detaylarını bizimle paylaşabilir misiniz?
Gizem Keçeci Sorunuz doğrultusunda sizlere öncelikle Siemens’ten bahsetmek istiyorum. 171 yıl önce kurulan Siemens, kuruluşundan sadece 9 sene sonra Türkiye’ye geliyor. Yani 162 senedir ülkemizde ve hayatlarımızın içinde olan bir markadan söz ediyoruz.
Türkiye’de birçok ilk de Siemens’le gerçekleşiyor. Örneğin ilk telefon hattı, ilk enerji santrali, Türkiye’nin ilk hidroelektrik santrali, ilk hızlı tren, buhar makinesi, dinamo, X-ray gibi birçok ürün ve çözüm ülkemize Siemens ile geliyor. Günümüzde de İstanbul’da iki kıtayı birbirine bağlayan köprülerimiz Fatih Sultan Mehmet Köprüsü, 15 Temmuz Şehitler Köprüsü, Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nden tutun, Marmaray ve Osmangazi Köprüsü gibi hayatımızın içindeki birçok yapıda da yine Siemens’in imzası var. Kısaca Türkiye’nin ulaşımındaki bu kilit projelerde ulaşım sistemlerimiz ve çözümlerimizle hayatı kolaylaştırmayı ve insanlara fayda sağlamayı hedefliyoruz. Yaptırdığımız araştırmalarda Siemens nasıl biliniyor? Siemens’in güvenilirlik, itibar ve marka bilinirliği açısından oldukça yüksek ve üst seviyelerde olduğunu gördük. Peki bunların ışığında Siemens’in tüketicilere sunduğu ürün ve çözümler neler? Bu soruları sorduğumuzda da gelişim göstermemiz gereken bir alanın olduğunu gördük. Siemens’in tüketiciye nasıl bir fayda sunduğunun, tüketicinin hayatına nasıl dokunduğunun bilnmediği ortaya çıktı. Biz de bu içgörüyle hareket ettik. 162 senedir varlık gösteren bir marka olarak, yenilikçiliğe olan tutkumuzla, mühendislik gücümüzle ve dijitilizasyon uzmanlığımızla birlikte; hayata geçirdiğimiz ürün ve çözümlerin yaşamlarımıza nasıl katkı sağladığını anlatmak üzere de “Yaşam İçin Yenilikçi Zeka” reklam kampanyamızı kurguladık ve hayata geçirdik. Diyoruz ki, aslında bizi görmesen de duymasan da biz oradayız, biz yaşamlarınızın içindeyiz. Bu kampanya ile ürünlerimizin neler olduğunu, nerelere odaklandığını, bizlere ne gibi faydalar sağladığını anlatmaya odaklandık.
Kampanyada, Siemens Türkiye’nin sağladığı birçok akıllı bina teknolojisi ile bizim yaşam alanlarımızda daha çok konfor sağladığını anlatıyoruz. Ayrıca %40’a varan enerji tasarrufu sağlamak da mümkün oluyor. Yine akıllı çözümlerimiz sayesinde enerji üretimi ve iletimi alanında da gerçek zamanlı kontroller sağlamak mümkün. Bu sayede aslında yaşam alanlarına ve şehirlere kesintisiz verimli ve güvenli enerji sağlıyoruz. Yine bir başka çözümümüz de dijital fabrikalar. Dijital fabrikalar birimimizde tüm işletmelere uçtan uca dijitalleşmelerinde destek veriyoruz. Bu ne demek? İşletmelere sunduğumuz dijital çözümlerimizle şirketlere uçtan uca destek veriyor, danışmanlığın ardından sunduğumuz çözümlerle şirketlerin daha kısa sürede, daha düşük maliyetlerle ve daha az risk alarak çok daha rekabetçi olmalarını sağlıyoruz. Dijitalleşmelerine zamandan tasarruf ederek ve alacakları riski de daha azaltarak katkıda bulunuyoruz. Yeni yüksek hızlı trenlerimizle de daha hızlı ve konforlu şekilde ulaşım yapılmasını sağlıyoruz. Yani dijitalleşme alanındaki tüm ürün ve çözümlerimizle biz yaşamın içindeyiz. Hayatları kolaylaştırıyoruz. “Yaşam İçin Yenilikçi Zeka” kampanyamızı hayata geçirirken de 360 derece iletişim planına odaklandık. Reklam filmini öncelikle şirket içi çalışanlarımızla paylaştık. Buradaki amaç çalışanlarımızın, kampanyamızın verdiği mesajları daha çok içselleştirmesini sağlamaktı. Hemen ardından müşterilerimizle paylaştık. En son da kapsamlı bir medya planı ile kitlesel iletişime geçtik. Bu aşamada bu kampanyanın gerçekten önemli bir takım çalışması sonucunda, kısa sürede hayata geçtiğini söylemek isterim. Çünkü güçlü bir takım çalışması olmasa gerçekten de böyle başarılı bir kampanyayı hayata geçirmek mümkün olmazdı diye düşünüyorum. Gerek yeniden yapılandırmakta olduğumuz Siemens iletişim takımına, gerekse de ajanslarımıza, İz İletişim’e, Sinerji’ye, Konak Medya’ya ve MediaCom’daki takım arkadaşlarımıza hem teşekkür etmek hem de onlarla birlikte gerçek bir takım oluşturarak bu çalışmayı hayata geçirdiğimizi vurgulamak isterim.
Müjde Bayındır Siemens Türkiye’nin faaliyet gösterdiği bir diğer alan da sürdürülebilirlik. Bu konu önemini yıllar içerisinde giderek artırıyor. Sizin bu alandaki çalışmalarınızı dinleyebilir miyiz? 8 Mart Dünya Kadınlar Günü vasıtasıyla da sormak isterim, kadınların güçlendirilmesi üzerine geliştirdiğiniz strateji ve projeler mevcut mu? Gizem Keçeci Sürdürülebilirlik, Siemens için gerçekten önemsediğimiz ve çalışma stratejilerimizin merkezinde yer alan bir kavram. Kadınların güçlenmesi de bizim Siemens’teki odak alanlarımızdan biri. Bu konuyu çok önemsiyoruz ve Siemens’te çifte sorumluluk anlayışıyla çalışıyoruz. Bundan 171 sene önce kurucumuz Werner von Siemens’in de bu işe verdiği önemle hayata geçirmiş olduğumuz bir bakış açısı bu. O, bulunduğumuz ülkelerde sadece ticari faaliyetler sürdürmekle kesinlikle yetinmememizi, aynı zamanda içinde bulunduğumuz toplumu geliştirmek, ileriye götürmek için de sosyal sorumluluk projeleri hayata geçirmemizi söylüyor. Günün koşullarına göre de o dönemde kadınların emeklerini destekleyecek farklı projelere imza atıyor.
Aslında sosyal sorumluluk projeleri, sosyal sorumluluğu geliştirmek konusundaki gelişim ve isteklilik biz Siemenslilerin genlerinde var demek sanırım doğru olur. Biz de bu odakla kadınların güçlendirilmesi için neler yapabiliriz diyerek çalışmalarımızı şekillendirdik. İlk olarak şirketimizde bir çeşitlilik konseyi kurduk. Çeşitlilik konseyimizle birlikte şirketimizdeki çalışan kadın oranlarına da baktık. Şirketteki çalışan kadın oranımız bugün %24,5. Ar-Ge birimimizde ise %30 seviyesinde. Bu yüzde otuzun mühendislerden oluşan bir takım olduğunu düşünürsek bu oran hem uluslararası hem ulusal ortalamaların oldukça üzerinde. Bundan da gurur duyuyoruz. Bu oranı artırmak için çalışmalarımıza devam ediyoruz. Yönetici kademesine baktığımızda da şu an yönetici kadın oranımız %20’ye yaklaşan seviyelerde ama biz 5 sene içerisinde bu oranı %30’lar seviyesine çıkartmak için de çalışmalarımıza devam ediyoruz.
Kadınların güçlendirilmesi odağındaki çalışmalarımızı aslında birkaç başlık altında toparlayabiliriz. Bizim yüksek oranlarda çalışan kadınlarımız var. Biz neler yapıyoruz bununla ilgili? Yeni anne olan çalışan kadınlarımıza süt odası, kreş yardımı veya okulun ilk günü izinli olma imkanı sunuyoruz. Ayrıca kadınlara özel bir destek hattımız da var. Kadınların herhangi bir ihtiyacında 7/24 onlara psikolojik destek olabilir, danışmanlık yapabilir.
Ar-Ge birimindeki çalışan kadın oranını artırmak amaçlı çalışmalarımızdan bahsetmiştim. Mühendislik eğitimi alan kız öğrencilere eğitimlerinde destek oluyoruz. Son olarak da TÜSİAD’ın “TV Dizilerinde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Programı”nın başlıca destekçilerinden olduk. Kitlesel iletişim araçlarıyla toplumdaki farkındalığı artırmanın önemli olduğuna inanıyoruz. Televizyon izleme oranının oldukça yüksek olduğu ülkemizde yüksek oranda izlenen dizileri de düşünerek TV dizilerinde daha güçlü kadınların gösterilmesi, daha toplumsal cinsiyet eşitliği odağıyla geliştirilen senaryolar ve bunların hayata geçirilmesi için bu projenin başlıca destekçilerindeniz. Bu yaptığımız çalışmalarla da Dünya Bankası ve KAGİDER’in iş birliğiyle hayat geçirilmiş olan Fırsat Eşitliği Modeli sertifikasını da (FEM) Türkiye’de alan ilk şirket olduğumuzu vurgulamak isterim.
Tüm bunları yapıyoruz fakat biliyoruz ki kadınların güçlendirilmesi aslında sadece sosyal bir konu değil, aynı zamanda ekonomik bir konu. O yüzden özel sektörün de bu konuyu bizim gibi odağına almasının çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Araştırmalar gösteriyor ki kadın ve erkeklerin ekonomiye eşit oranda katılmaları mümkün olursa eğer, 2025’te ekonomide 28 trilyon dolar seviyelerinde bir büyüme mümkün olabilir. İşte bu da demin söylediğim gibi, meselenin gerçekten ekonomik bir mesele olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla da kadınlarımızın güçlendirilmesini önemsiyoruz ve bu alandaki çalışmalarımızı da odağımıza alarak devam etme kararlılığındayız.
Müjde Bayındır İnovasyon ve Ar-Ge alanlarında ne gibi çalışmalar yürütüyorsunuz? Gizem Keçeci Şirket olarak Ar-Ge’ye çok önem veriyoruz. Demin de bahsettiğim gibi, biz mühendislik ve teknoloji şirketiyiz. Eğer biz bunu diyorsak, dijitalleşen çağımızda, dijitalleşmenin merkezinde yer alan şirketimizde Ar-Ge konusuna da çok önem veriyoruz. Türkiye ortalamasının iki kat üzerinde Ar-Ge bütçemiz bulunduğunu da özellikle vurgulamak isterim.
2017’de 27 milyon euro’luk AR-GE bütçesi, 2018’de %25 oranında artırılarak hayata geçirilecek. Bu şekilde bir planlamamız var. Bundan birkaç sene önce 50 mühendisle yola çıkmış olan Ar-Ge birimimiz bugün çok kısa zamanda 550 mühendise ulaşmış durumda. Demin bahsetmiştim, bu mühendislerimiz %30 oranında da kadın çalışan. Burada bizim Türkiye Ar-Ge birimimizde yapılan, geliştirilen, çalışılan pek çok çözüm de dünyanın pek çok ülkesine de ihraç edilmekte. Bununla da büyük gurur duyuyoruz. Çünkü Siemens Türkiye’nin
Ar-Ge biriminde yapılan çalışmalar, demek oluyor ki birçok Siemens ülkesine de ihraç ediliyor. Bunun hem Siemens Türkiye hem de ülkemiz adına gurur verici olduğuna inanıyorum. Dolayısıyla bu alandaki çalışmalarımıza da önümüzdeki dönemde de dijitalleşme misyonumuz paralelinde devam edeceğimizi söylemek isterim.
İnci Vardar Sizin iletişim stratejinizi belirleyen, sunduğunuz ürün ve hizmetler. “Yaşam İçin Yenilikçi Zeka”da özellikle sürdürülebilirlik ve enerji tasarrufunu işleyerek yaşama kattıklarınızı ortaya çıkarıyorsunuz. Bunun dışında iletişim stratejinizde sizi rakiplerinizden ayrıştıran neler var? Gizem Keçeci Araştırmalardan bahsetmiştim, Siemens çok güvenilir, itibarı çok yüksek bir marka, marka bilinirliği de çok yüksek. Ancak Siemens’in tam olarak ürün ve servisleri nelerdir, Siemens benim hayatıma nasıl dokunur, Siemens hangi ürünlerle benim hayatımda yer alır, bana nasıl katkı sağlar; bu konudaki farkındalığın, bilinirliğin biraz daha artırılması gerektiğini gördüğümüzden, iletişim stratejimizi de bu dönemde buraya odakladık. Ve dedik ki biz aslında öncelikli olarak Siemens’in ürün ve çözümleri nelerdir, biraz bunları anlatalım. Bu konuda farkındalığı artıralım. Bizim hayatlarımıza nasıl katkı sağlıyor, hangi alanlarda dokunuyor, bunları ön plana çıkartacak bir kampanya hayata geçirelim dedik. Bunu da 360 iletişim stratejisiyle hayata geçirme kararı aldık. Bugün televizyonlarda, açıkhavada reklamlarımız, yayınlarımız devam ettiği gibi; sosyal medyada, dijitalde ve buradaki yayınlarımızda uzun soluklu olarak devam etmekte. Dolayısıyla dijitalleşmenin merkezinde olan bir sektör ve bu sektörün başlıca oyuncusu olarak da biz, önümüzdeki dönemde de dijital mecrayı kullanacak ve medya planlamamızda önceliklendirecek şekilde, çalışmalarımıza devam edeceğiz.
İnci Vardar Geçtiğimiz yıl Siemens Türkiye için nasıl geçti? Gelecek hakkındaki planlarınız nelerdir? 2018’de neler bekliyorsunuz? Gizem Keçeci Şu an Siemens Türkiye olarak 3000’in üzerinde çalışanımız var. Ve direkt çalışanlarımıza ek olarak düşünürsek, dolaylı olarak da yaklaşık 40.000 kişiye istihdam sağlıyoruz. Doğrudan istihdamın da %24,5’ini kadın çalışanlarımız oluşturuyor. Doğrudan, dolaylı ve teşvik edilen olmak üzere de Türkiye ekonomisine yılda ortalama 3,2 milyar liralık katkıda bulunuyoruz. Bunların önemli rakamlar olduğunu düşünüyorum. 162 yıldır ülkemizde faaliyet gösteriyoruz ve bulunduğumuz zaman zarfında, demin de bahsettiğim gibi birçok ilke imza atmış olan, birçok ilkin ülkemize gelmesinde önemli katkılar sağlamış bir şirket olarak Türkiye’nin, ülkemizin ekonomik ve teknolojik gelişimine de katkıda bulunmaya devam etmek üzere çalışmaktayız. Bu bizim en önemli hedeflerimizden. Çünkü yenilikçilik tutkumuz, mühendislik alanındaki ve dijitalleşmedeki uzmanlığımızdan da yararlanarak, ülkemizin dijital dönüşümünü hızlı ve etkili şekilde gerçekleştirmesi için elimizden gelen desteği vermek üzere çalışmalarımıza devam edeceğiz.
İletişim stratejimiz anlamında da düşünürsek, orada şeffaflık önemli. İletişim stratejimizi de şeffaf, bütünlük yaratan bir yaklaşımla dijitalizasyon üzerine kurmaya devam edeceğiz ve bu alanda da ilerleyeceğiz.
Bu yazı ilk olarak Campaign Türkiye Mart 2018 sayısında yayımlandı.
Campaign Türkiye’nin 75. sayısı Turkcell Dergilik’te! Yeni sayıda kapak konusu olarak 15 Mart 2018 gecesi Volkswagen Arena’da gerçekleştirilen Campaign Türkiye Agency & Brand of the Year Ödülleri ele alınıyor. Listeler, fotoğraflar, haberler ve çok daha fazlası için Campaign Türkiye’nin 75. sayısını kaçırmayın!
Türkiye’de ilk kez gerçekleştirilen Campaign Türkiye Agency & Brand of the Year Ödülleri, 15 Mart 2018 gecesi Volkswagen Arena’da gerçekleştirilen yoğun katılımlı ödül töreninin ardından sona erdi. Törende 2017 yılında reklam, medya ve pazarlama iletişimi alanlarında büyük başarı sağlamış markalara 58 kategoride ödül verildi.
Campaign Türkiye Agency & Brand of the Year’a ilişkin kazananların tam listesi, ödül gecesine katılanlar, fotoğraflar ve diğer tüm detaylar yeni sayımızda…
75. sayının öne çıkan diğer konuları şöyle:
Siemens Türkiye’den Gizem Keçeci ile markanın “Yaşam İçin Yenilikçi Zeka” kampanyasını ve dijitalleşme konusunda izledikleri yeni strateji ve vizyonları konuştuk.
Türkiye’de reklam müziği yaratımı konusunda rüştünü ispatlamış ajanslardan biri olan Jingle Jackson’ın kurucusu Emre Irmak’la cingıl yapmanın sırlarını konuştuk.
Sharkuteri Ajans Başkanı Özgür Humar, dijitalden tam hizmet ajansına dönüşüm süreçlerini ve başarının üç doğrudan oluşan formülünü paylaştı.
Mart ayında Türkiye’de öne çıkan 6 kampanyayı Samsung Türkiye Pazarlamadan Sorumlu GMY Ömer Barış Gökpınar ve Lokal Kreatif Direktörü ve Partneri Boran Erem yorumladı.
Konuk yazarlarımızdan Şeyda Taluk hikaye anlamını ele alırken, Murat Çolakoğlu yapay zekadan ve Onur Orbay nöropazarlama uygulamalarından bahsediyor.
Bu ayki Ofis sayfalarımızda, Uniq İstanbul’da bulunan ve üç tarafı ormanlarla çevrili DMS’nin ofisindeydik. Modern tasarımların hakim olduğu şirket, çalışanları için rahat bir ortam sunmaya dikkat ediyor.
Yurt Dışı sayfalarımızın bu ayki konuğu ise Naz Yunt oldu. Katar ve Dubai’de çalıştıktan sonra rotasını şimdi de Madrid’e çeviren art direktör yurt dışında çalışmayı anlattı.
Kahramanlar sayfalarımızda 4129Grey Creative Group Head’i Ahmet Terzioğlu, hayatına yön veren süper kahramanı babasını anlattı ve yine aynı ajanstan Mehmet Ali Ekmekçi illüstrasyonunu hazırladı.
Yabancı dizi izleyicilerinin daha çok “mavi kimyasallar” üzerine yaptığı araştırmalarla tanıdığı Breaking Bad aktörü Bryan Cranston, Alzheimer’s Research UK için hazırlanan #ShareTheOrange kampanyasının yeni yüzü oldu. İki dakikalık reklam filminde bunamanın etkilerini bir portakalla anlatan Bryan Cranston Alzheimer’a karşı farkındalık yaratıyor.
#ShareTheOrange kampanyasının yeni filminde Bryan Cranston Alzheimer’a karşı farkındalık yaratıyor.
“Pek çok insan bunamanın ilerleyen yaşla birlikte gelen doğal bir süreç olduğunu düşündüğü için, günün birinde onu yenebileceğimizin farkında değiliz” söylemiyle hayata geçirilen reklam kampanyası ilk olarak 2016 yılında, Christopher Eccleston ile başlatılmıştı. İnsanların bunama ve bunamaya bağlı hastalıklar hakkındaki algısını değiştirmeyi hedefleyen kampanya, bütün süreci bir portakal üzerinden anlatıyor.
Stop motion ve CGI animasyonlar Aardman Studios imzalı
Shaun the Sheep, Wallace and Gromit gibi yapımlarıyla tanıdığımız Aardman Studios, yaşam boyunca biriktirilen anıları, duyguları ve kişiliğe dair ögeleri yavaş yavaş kaybetme sürecini bir portakalın üzerindeki stop motion ve CGI animasyonlarla anlatıyor.
Aardman Studios #ShareTheOrange kampanyasının 2016’da yayınlanan ilk filminde de animasyonlarıyla yer almıştı.
2004 yılında annesini Alzheimer nedeniyle kaybeden Bryan Cranston Alzmeimer’a karşı farkındalık yaratmak amacıyla izleyicilerden #ShareTheOrange etiketiyle videoyu paylaşmalarını ve bunama konusundaki ön yargıları yıkmaya yardımcı olmalarını istiyor. Kampanyada bir portakal kullanılmasının nedeni ise, Alzheimer gibi bunama bağlantılı hastalıklarda beyin kütlesinin 140 gram, yani yaklaşık bir portakal kadar azaldığının saptanmış olması.
Share the Orange kampanyası 2016 yılında 2.4 milyon kişi tarafından paylaşılarak 15 milyonu aşkın izlenmeye ulaşmıştı. Alzheimer’s Research UK başkanı Hilary Evans, Bryan Cranston’ın kampanyaya dahil olması sayesinde konuya uluslararası platformda dikkat çekileceğini belirtiyor ve şöyle ekliyor: “Bunama yaşla birlikte gelen kaçınılmaz bir durum değildir, savaşabileceğimiz hastalıkların bir sonucudur. Bu filmi paylaşarak insanları eğitebilir ve onlara ilham verebilir, medikal araştırmalarımızda bir sonraki başarı hikayemizi birlikte oluşturabiliriz.”
Geçtiğimiz yıl Shazam da Alzheimer’s Research UK’e destek olmak amacıyla hafızasını kaybetmişti.
Firefox web tarayıcısının arkasındaki şirket olan Mozilla, kullanıcı verilerinin etrafında güçlü korumalar bulunana kadar Facebook’ta reklam vermeye geri dönmeyeceğini söyledi.
Resmi blog yazısında, Mozilla’nın İş ve Hukuk İlişkilerinden Sorumlu Denelle Dixon, son iddiaların Facebook’un varsayılan gizlilik ayarlarında “platforma reklam dolarlarıyla destek” vermesi nedeniyle platforma “daha yakından bakma” ihtiyacı doğurduğunu söyledi. “Facebook varsayılan gizlilik ayarlarını güçlendirmek için harekete geçene kadar reklamları durduruyoruz” dedi. Mozilla ayrıca “Hala öğrenilecek şeyler olduğuna inanıyor olsak da mevcut varsayılan ayarlarının veriye erişimi çok fazla kolaylaştırdığını gördük – özellikle üçüncü parti uygulamaları için.” yorumunda bulundu.
Mark Zuckerberg açıklamalarda bulundu
Yaklaşık beş gün boyunca yükselen skandalda sessiz kalan CEO Mark Zuckerberg, 21 Mart’ta sosyal ağdaki güveni yeniden inşa etmek ve iddialarla nasıl başa çıktığını ortaya koymak üzere harekete geçti.
Zuckerberg, Facebook’ta kullanıcı bilgilerine erişimi olan tüm uygulamaları araştırmayı ve ayarların haber akışının en üst kısmına taşınarak, kullanıcıların gizlilik ayarlarını değiştirmesini kolaylaştıracaklarını söyledi. Facebook ayrıca üçüncü parti geliştiricilerin isim, e-posta adresi ve profil resmine erişebileceği verileri kısıtlayacak; daha fazla veri gerektiren herhangi bir uygulama onay almak ve bir sözleşme imzalamak zorunda kalacak.
Bu adımlar endişeleri yatıştırmak için bir yol olsa da Mozilla daha fazlasını istiyor. Dixon, müşteri verilerini nasıl paylaştığına, özellikle üçüncü taraf uygulamalar için varsayılan gizlilik ayarlarına ilişkin olarak, geri dönmeyi düşünmeden önce “daha güçlü işlem” yapılmasını istediğini söyledi.
190 ülkede gerçekleştirdiği operasyonlarıyla gün geçtikçe büyüyen Netflix, artan masraflarını sınırlandırmak ve marka kimliğini daha “sahiplenilebilir” kılmak amacıyla kendi yazı tipini geliştirdi. Dalton Maag ve Netflix marka tasarım lideri Noah Nathan iş birliğiyle hayata geçirilen yeni yazı tipi “Netflix Sans” ismini taşıyor.
Yeni Netflix yazı tipi “Netflix Sans”, sade, gözü yormayan, işlevsel bir forma sahip.
Noah, “Netflix’in çalışmalarının uluslararası doğası nedeniyle font lisanslama süreçleri çok maliyetli olabiliyor. Bu yazı tipini geliştirmek markanın görsel kimliğine daha özgün ve sahiplenilebilir bir element eklemekle kalmıyor, milyonlarca dolar tasarruf da sağlıyor” açıklamasını yaptı.
Hem estetik hem de işlevsel amaçlar gözetilerek oluşturulan font, büyük harflerde “sinematik”, küçük harflerde ise “kompakt ve etkili” bir tarz düşünülerek tasarlanmış. Noah yeni yazı tipi için “dikkat dağınıklığı yerine sanatı öne çıkarıyor” tanımını yapıyor.
Diğer font aileleri gibi regular, light, thin, medium, bold ve black formlarını da kapsayacak şekilde tasarlanan Netflix Sans, göz yormayan ve marka kimliğini güçlendiren bir yapıya sahip.
BMW‘nin yeni kataloğu için geri dönüştürülmüş malzemeler bir araya getirildi ve katalog, yeni elektrikli aracın alıcıları için bir koleksiyon eşyasına dönüştürüldü.
BMW İsrail, elektrikli BMW i3‘ler için benzersiz bir ürün kataloğu oluşturmak üzere ajans Gitam BBDO ile çalıştı. Gitam BBDO‘nun fikri, geri dönüştürülmüş malzemelerden kataloğunu oluşturarak otomobilin sürdürülebilirlik hikayesini anlatmaktı. i3, Almanya’nın Leipzig şehrinde çevre dostu bir fabrikada inşa edilen küçük bir elektrikli BMW.
Arabanın üretiminde, fabrikasında yetişen koyun yünü de dahil olmak üzere bir dizi sürdürülebilir ve geri dönüştürülebilir malzeme kullanılmış. Sayfaların her biri, kesme tahtalarından yapılmış kauçuktan, atılmış mobilyalardan, sentetik deriden ve eski bir BMW reklam panosundaki tuvalden yapılmış.
Kataloglar İsrail’deki birkaç oto galeride sergileniyor. Yeni bir i3 satın alan kişiler de sınırlı sayıda yayınlanan katalogun bir kopyasına sahip oluyorlar.
Gitam BBDO Kreatif Direktörü Eran Nir, “Reklamın artık bir reklam olmadığı ve nihai ürünün mutlaka bir televizyon reklamı ya da en azından kampanyanın çekirdeği olmayacağı bir çağda yaşıyoruz” diyor.
“Misyonumuz, BMW i3’ün eşsiz hikayesini anlatmaktı; araştırma ve çalışma süreçlerimizde bu hikayeyi yeni bir şekilde anlatabileceğimizi fark ettik. Sadece sürdürülebilir bir araba katalogu oluşturmakla kalmadık, aynı zamanda aracın sürdürülebilirlik döngüsünü tamamlamış olduk. Sonuç, daha önce görülmemiş bir ürün deneyimi. ”
Künye
Reklamveren: BMW Ajans: Gitam BBDO İcra Kurulu Başkanı: Ido Har Tov Kreatif Direktör: Eran Nir Sanat Yönetmeni: Daniele Vardi Metin yazarı: Michel Perry Print Yapımcı: Nathan Darviany VP Üretimi / İçeriği: Gali Starkman Yapımcı: Noy Kirilovsky VP-Grubu Hesap Başkanı: Jonathan Regev Hesap Sorumlusu: Hagar Foigel Hesap Yöneticileri: Sharon Dahan VP Stratejisi: Guy Vingest Planlama: Sivan Ivash Yapım Şirketi: Tifferet Yönetmen: Meir Warcell Post Prodüksiyon: Svetlana Putko, SoundTrack Stüdyosu