Campaign Türkiye olarak Demet İkiler ile bir araya geldik. İkiler, son dönemde inanılmaz şeyler yapıyor. WPP sonrası Publicis Groupe’a geçiş, yeni ve artan global sorumluluklar, müthiş hedefler…
Demet İkiler ile iş hayatına, kariyerine ve gelecek hedeflerine dair konuştuk…

Demet İkiler
Campaign Türkiye: Demet ikiler ne yapıyor? 22 yıllık başarı dolu WPP kariyerinin ardından ayrılma süreci ve yeni bir başlangıç. Bu hikayeyi herkes merak ediyor. Bize ayrılık kararından bahseder misiniz?
Demet İkiler: Tabii ki. Son derece ben de şeffaf bir şekilde anlatacağım. Çünkü daha önce konuşma fırsatım olmadı. Gerçekten göründüğü haliyle hızlı bir geçişti. Halbuki bunun başladığı bir nokta var ve ayrılık, zamana yayılan bir karar verme süreciyle gerçekleşti. Bu durum dışarıya hiç yansıtılmadığı için büyük bir şok etkisi yarattı.
Ben, çalıştığım her yeri kendi evim gibi gören, kendi şirketim gibi gören bir yapıya sahibim. Bu, benim doğal halim. Bunun yanında bir girişimci tarafım var. Hiç bir zaman işin sahibi olmadım. Hep profesyonel noktalarda çalıştım. Kararım da tamamen profesyonel bir karardı. Benim duygusal tarafımı ve tutkulu tarafımı bilenler için şaşırtıcı olan şey buydu. Yani bu kadar kendimle özdeşleştirdiğim bir dünyadan sadece profesyonel bir sebeple daha farklı, daha büyük, daha iyi koşullara geçme anlamındaki bir motivasyonla ayrılmış olabilmem, çoğu insan için sanıyorum çok inandırıcı veya gerçekçi gelmedi. Ama ben burada büyük bir samimiyetle söylüyorum ki benim verdiğim karar profesyonel bir karardı.
Ağırlıklı olarak medya geçmişinden geliyorum. WPP Türkiye sorumluluğu dışında yaptığım işlerin tamamı benim aslında çekirdekten yetiştiğim medya planlama – satın alma ve iletişim planlama alanlarıydı.
Dünyanın değiştiği noktada beni cezbeden aslında şu oldu: Sınırlar çok belirsizleşti.
Ben bu yolculuğun hem lokal hem de global entegrasyonunun neferiydim. Yani esas işim hep buydu ve bu perspektiften baktıkça bütünselleşebilmek entegre olabilmek çok önemli. Kâr zarar kaygılarının ötesine çıkabilmek yani. Yataylık sadece bir kavram olarak değil ama hayata geçmiş şekliyle bütünselliğin ne kadar önemli olduğunu belki de daha çok hisseder oldum yıllar içinde. Özellikle de grubumda çalıştığım dönemde. Şunun belki eksikliğini duydum zaman zaman: Birbirimizi çok seviyoruz. Birlikte çalışmak istiyoruz ama birlikte çalışabileceğimiz koşullar hem profesyonel olarak hem finansal olarak hem ticari olarak acaba oluşturulabiliyor mu? Müşterilerin beklentilerini doğru bir şekilde karşılayabilecek miyiz? Yönetici olarak veya lider olarak kendi kişisel gelişim alanlarımı ilerletebilecek miyim? Düşünceleri zaman içinde oluşmaya başlamıştı.
Bugün çalıştığım grubun bu anlamda çok daha erken başlamış bir yolculuğu var. 2018’de. Bugün anlıyorum ki epey sancılardan geçerek ama bu entegrasyonu çok daha erken yapmışlar. Dolayısıyla da bunun getirdiği bir avantajlı ortamın olduğunu görebildim. Kişisel olarak benim büyüme alanım, medya geçmişinden gelen bir insan olduğum için diğer alanlarda büyüyebilme fikri beni çok heyecanlandırdı. Bunun gerçek bir fırsat olduğunu düşündüm. İçinde bulunduğum yolculukta gerek yaşım gerekse mesleki tecrübem belli. Yaşadığım ülke, yetiştiğim koşullar bugüne kadar ortaya koyabildiklerim de belli. Beni bu halimle kendi geleceklerinin bir parçası yapma konusunda ısrarlı bir şekilde fırsatları önüme çıkarmaları beni gerçekten çok etkiliyor. Kendi konforu alanından çıkıp daha geniş anlamda kendimi ispatlama şansına motive ettiler beni. En büyük değişken buydu ve bu benim için profesyonel bir adımdı.
Campaign Türkiye: İlk defa böyle bir teklif gelmedi size. Daha öncelerde de sizi farklı yerlerden aralarına katmak isteyenler oldu. Niye o gün değil de bugün ve niye başka gruplar değil de Publicis? Kararınızda ne etkili oldu?
Demet İkiler: Hayatımın son 3 yılında fırsatların çoğu yine Publicis Groupe’dan geldi. Fakat ilk bir iki olasılık benim için doğru pozisyonlar değil diye düşündüm… Yaklaşık 3 yıllık bir yoldan bahsediyorum. Bilinmeyen taraf bu aslında. Ama tabii ki ben profesyonel olarak kendi bulunduğum yapıya sadakatimi sürdürdüm. Son gelinen noktada önüme konulan fırsat gerçek bir fırsattı benim için. Beni duygusal olarak da iyi hissettirmiş olmaları tabii ki çok büyük bir artıydı ama kararın temelinde profesyonel olarak önüme çıkan bu fırsatın kariyerimde son düzlük olarak beni ileriye taşıyacak hissettirmiş olması vardı. Bu tamamen bir hayat kararıydı. Böyle bir fırsat karşınıza çıkar ve kabul edersiniz veya böyle bir fırsat karşınıza çıkar ve reddedersiniz. Ben o dönemde, ailemin desteği ile de bu kararı aldım. Bu sadece benim hayatımı değil, ailemin tüm bireylerini etkileyen bir karardı. Dolayısıyla da hem oğlum hem eşim çok yanımda durdular. İkisi de evet sen bunu yapmalısın çünkü sen busun, bunu denemezsen mutlu olmayacaksın. Biz senin yanındayız, ne gerekiyorsa da birlikte üstesinden geliriz dediler. Bu da bana cesaret verdi. Yapmak istediğiniz şeyler varsa bunları ertelememek gerekiyor. Yani ben öyle bir senede bu kararı verdim ki ailemde çok ciddi sağlık sorunlar vardı. Yani hayat böyle bir şey. Yarın sabah kalktığınızda neyin ne olacağını bilmiyorsunuz.
Diğer önemli bir konu ise Publicis Groupe’un geçtiğimiz yıl lansmanını yaptığı “Kanser ile Çalışmak” adlı sosyal sorumluluk projesi. 2022 yılında henüz ilk lanse edildiğinde içerisinde Abbvie, Adobe, AXA, Bank of America, BNP Paribas, BT, Carrefour, Citi, Disney, EE, Google, Haleon, HPE, Labcorp, L’Oréal, Lloyd’s, LVMH, Marriott, McDonald’s, Meta, Mondelez, Microsoft, MSD, Nestlé, Orange, Omnicom, Pepsico, Reckitt, Renault Group, Sanofi, Sodexo, Toyota, Unilever, Verizon, and Walmart gibi lider küresel şirketler tarafından desteklendi. Toplamda yaklaşık 30’dan fazla lider şirket kampanyayı devam iletişimlerinde desteklemeye devam etti.
Kampanyanın global lansmanı 100 milyon $ değerinde bir medya yatırımı ile duyuruldu.
2023 yılında Kanserken Çalışma projesinin bir sonraki adımı olan “The Big C” adlı küresel brief’i tüm dünyadaki ülkelerin katılımına açıldı ve 1,300’den fazla işveren ve 35 milyon çalışanın katılımı ile sonuçlandı.
Proje 2023 Haziran ayında, Cannes Lions’da “Grand Prix for Good” ödülünü aldı. Bu konu ailede yaşananlar sebebi ile benim için olağanüstü hassas bir konu. Ve grubun bu konuda dünya çapındaki öncülüğü beni etkiledi ve iyi hissettirdi.
Campaign Türkiye: Bunları WPP’de yapamaz mıydınız? Bu atmosfer WPP’de yok muydu? Publicis’te daha erken yapılmış olması mı sizi etkiledi? Çünkü siz neredeyse WPP’deki bütün karar süreçlerinde vardınız. Kurum kültürü mü burada etkili oldu?
Demet İkiler: Elbette belli şeyleri daha erken yapmış olmalarından, vizyonlarından ve bunu yapabilmeyi sağlayan erkten etkilendiğimi söylemem lazım. Süreçlerin üstesinden gelinmişti. Beni cezbeden şeyler büyümeye karşı olan iştah, yapabilirlik, heyecan, girişimci ruh, çeviklik oldu.
Bir de hayatın bir yerinde gerçekten kader noktasına da inanıyorum. Yani bu fırsat benim karşıma çıktığında tabii ki tamamen profesyonel şeyleri alt alta koyarak çok net bir resim gördüm ve bunun arkasından gitmeye karar verdim. Ama şöyle de bir şey var, gece yattığınız zaman veya gözünüz kapattığınız zaman bir yerden bilirsiniz, hayatta neyi istediğinizi… Yani ben bunu istedim, yapılabilir miydi? Elbette yapılabilirdi. Kader anda şekilleniyor. Bir şey yaparsanız hayat başka türlü akıyor. Başka bir şey yaparsanız başka bir kapıdan girip başka şeyler oluyor. O anda benim için doğru olanın bu olduğunu hissettim ve ben o kapıdan girdim.
Campaign Türkiye: Eski göreviniz medya ağırlıklıydı. Publicis’te tüm gruptan sorumlusunuz. Yaratıcı süreçler, halkla ilişkiler, medya… Aslında bu iş zaten böyle başlamadı mı? Kariyerinizin başlarında ajans döneminde her iş bütün süreçleriyle, tek yerden yönetilirdi. Şimdi o düzene geri mi dönüyoruz?
Demet İkiler: Yani şöyle bir şey; müşteriler neyi bekliyorsa onların iş sonuçları için sağlıklısı neyse biz de kendimizi o şekilde şekillendiriyoruz. Baktığımızda çoğu müşteri kendine göre dizayn edilmiş durumda. Çünkü müşterilerde de şunu çok net görebiliyorsunuz; bugün girdiğimiz yeni müşteri süreçlerinde konkurlarda, brief’in bir yerinde mutlaka müşterinin kendi yapılanmasında geçtiği değişimin bizler tarafından nasıl yansıtılacağı, bizim o konudaki katkımız, bizim o konuda sağlayabileceğimiz etkinlik veya verimlilik çok önemli. Bütün bunlar brief’in bir parçası haline geliyor. Dünya değişiyor. Bugün yapay zeka konuşuyoruz. Bugün entegrasyon konuşuyoruz. İş sonuçlarını göre planlanan iletişimden bahsediyoruz.
Performans pazarlaması işin çok büyük bir kısmına dönüştü. Tüketiciler değişiyor, beklentileri değişiyor, satın alım süreçleri değişiyor. Dolayısıyla pazarlama süreçleri değişiyor.
Değişim, yaptığımız işin her yerinde var. Dolayısıyla da müşteri, bunu kendi yolculuğuna eşlik edebildiğimiz zaman zaman liderlik edebildiğimiz, onlar adına süreçlerini kolaylaştıran, daha etkili ve verimli hale getiren iş ortakları olabilir. Bizim kendi yapılanmamız ve kendi içsel dertlerimiz hiçbir zaman müşterinin derdi olmamalı. Baktığımda Publicis Groupe’ta böyle bir DNA görüyorum ve bu da CEO’muz Arthur Sadoun’dan kaynaklanıyor. Her şeyden daha önemli müşteri bizim için. Bence grubun bu bakış açısı çok kıymetli, çok ayrışıyor.
Campaign Türkiye: 2018’de Publicis’in konsolidasyonu, tüm süreçleri bir yerde yönetme, Publicis One oluşumu… Tüm bunların sebebi maliyetleri azaltmaktan öte neler? İş sonuçlarına ve müşteri memnuniyetine nasıl hizmet ediyor?
Demet İkiler: Yani ben şuna inanıyorum: Yaratılan bir verimlilik varsa bu süreçte o verimlilik mutlaka yatırım olarak gruba geri dönmüş. Grubun çok önemli 2 tane büyük satın alması var. Biliyorsunuz bir tanesi Epsilon bir tanesi Sapient… Bugün Publicis’in genel olarak konumlanmasında çok önemli artılar bu 2 tane yapı. Bunlarla da bitmemiş vizyona yönelik satın almalar devam etmiş. Böyle baktığınız zaman ve tabii ki farklı coğrafyalardan birçok farklı uzmanlığın bünyeye dahil edildiğini, entegre edildiğini de görüyorsunuz. Yani satın alma yoluyla büyümeye de açık grup.
Fakat bu bütün bu satın almalar veya insan kaynağı hakkında şöyle diyor Arthur Sadoun: Biz iyi yetenek havuzunda kendi hakkaniyet payımızın ötesinde pay almaya niyetliyiz. Dolayısıyla yatırım. çok var… Yaratılan bir verimlilik varsa bu yatırıma sebep olmuş. Bu yüzden de yatırım anlamında çok daha rahat hareket edebiliyoruz. Gerek yetenek yatırımı olsun, gerek uzmanlık alanı yatırımı olsun, gerek büyümeye yönelik hacim yatırım olsun, bütün bunları çok rahatlıkla konuşabildiğimiz ve aksiyon alabildiğimiz noktadayız. Yani artık çok verimlilik derdi yok. Dert büyümeye dönmüş durumda.
Campaign Türkiye: Son dönemde konuşulan şeylerin başında teknoloji var. Network yapılarının adaptasyonu, müşterilerin geçişi nasıl oldu? Yapay zekanın geleceği ne durumda?
Demet İkiler: Bence geçiş hep devam edecek. Çünkü teknolojinin ilerlemesi durmayacak. Yine bizim gruba baktığımız zaman 2018 yılında temeli yapay zeka olan Marcel platformunun hayata geçişi örneği var. O kadar büyük bir dönüm noktası ki, yani siz 2018 yılında böylesine bütün şirketi birbirine bağlayan, insan odaklı, çalışanı ön plana koyan, bilgiyi ön plana koyan bir platform yaratıyorsunuz. Bu bile konuştuğumuz şeylerin temeli. Publicis’in yapay zeka konusunda yol haritası ve yatırımları zaten yatırımcılara ve kamuoyuna da açıklandı. Bu vizyonla çok ciddi de bir ekonomik yatırıma da girdi. Böyle bir yatırımın 3 sene boyunca yapılacağını da duyurdu. Şimdi siz eğer 2018 yılında böyle bir altyapıyı hazırlamamış olsanız siz eğer Publicis Groupe’u tek bir çatı altında toparlamamış olsanız, bugün konuştuğunuz şeyler bir vizyondan öteye gitmeyebilirdi.
Benim en çok kendimi rahat hissettiğim şey, yapılanların üzerinden daha somut stratejileri ve yol haritalarını ortaya koyabiliyorum. Bu anlamda tabii bu çeviklik ve girişimci yapısı DNA’nın içinde olan bize hız kazandırıyor. İnsanlar kendilerine düşen rolün ne olduğunu çok daha rahat anlıyorlar. Birbirleriyle çok daha rahat bağlantı kurabiliyorlar. Dolayısıyla Core Ai stratejisinde de söylendiği gibi bu bizim işimizin her alanında, içe dönük alanlarda ve müşteri odaklı sunduğumuz hizmetin her alanında bize çok büyük katkı ve müşteriye çok büyük katkı sağlayabilecek bir yol haritası. Teknolojiyle birlikte, değişimle birlikte biz her zaman o değişimin en önünde yer alan bir yapıyız ve bunu da kendimize göre amaç edinmiş bir yapıyız. Dolayısıyla değişim olmaya devam ettikçe biz de kendimizi yenilemeye devam edeceğiz.
Campaign Türkiye: Biraz Türkiye’ye dönelim mi? Türkiye sizin sorumluluk alanındaki ülkelerden sadece bir tanesi evet ama aynı zamanda da göz bebeğin. Seni var eden. Peki dışarıdan bir Türk olarak nasıl görülüyoruz?
Demet İkiler: Öncelikle Türk olduğumun her seferinde, her ortamda gururla altını çiziyorum. Publicis Group’un mottosu ‘Viva La Différence’. Yani yaşasın çeşitlilik…
Bunun yanında şunu çok görüyorum, inanılmaz bir yetenek havuzu var. Bugün önemli şirketlerin başında birçok Türk isim var. Bir de içerideki geçişkenliğin inanılmaz rahat, kolay ve desteklenen bir kavram olduğunu görüyorsunuz. Siz eğer iş için uygunsanız nerede yaşadığınızın hiçbir önemi yok. Olduğunuz yerden çalışmayı tercih edebilirsiniz veyahut farklı çeşitli yöntemler olabilir. Önemli olan sizin iş için doğru insan olmanız.
Dolayısıyla bir Türk olarak buraya geldiğim zaman çok da büyük bir şaşkınlık yarattığımı zannetmiyorum. Yani önemli olan benim iş için uygunluğumun takdir edilmiş olması ve benim de kendime göre artılarla gelmiş olmam.
Publicis’te yöneticilik yapan ilk Türk ben değilim. Belki bu pozisyondaki ilk Türk olmuş olabilirim. Ülkemize bakış açısı, potansiyel olarak gelişmeye çok açık olduğunu söyleyebilirim. Hem yetenek anlamında hem müşteri ilişkileri anlamında hem farklı uzmanlıklar anlamında burada Publicis Groupe’un grubun bir dijital merkezi var. 150 kişi, belki de artık 200 kişilere yaklaşmıştır hizmet veriyor. Farklı ülkelere dijital işler yapıyor. Şimdi bu vizyon çok önemli. Çünkü her zaman biz bunu konuştuk, Türkiye bir merkez olabilir. Türkiye büyüyebilir. Grup bunu yapmıştı. Ben gelince yapılmış bir şey değil. Benden önce düşünülmüş. Dolayısıyla Türkiye’nin Publicis içindeki yeri önemli ve özel, potansiyel olarak da büyüme heyecanı yaratıyor. Akıllı bir şey yapmışlar. Türkiye ile Ortadoğu arasında köprü kurulmuş çünkü Türkiye öyle özgün bir ülke ki ne tam olarak Orta Doğu, ne tam orta Avrupa Yani çok çok, çok özel.
Çok başarılı bir Orta Doğu operasyonumuz var. Orada gerçekten hem ölçek olarak hem iş hacmi olarak çok büyüğüz hem repütasyonumuz çok iyi. Dolayısıyla Türkiye’yi operasyona yakınlaştırmakla aslında Türkiye’nin önü açılmış. Yani ben burada hazıra kondum öyle söyleyeyim.
Campaign Türkiye: Şirket yapılanması nasıl? İç işleyiş nasıl oluyor?
Demet İkiler: Biz EMEA olarak bir bütün olarak çalışıyoruz. İngiltere pazarından başlayalım. İngiltere ile EMEA bölgesi arasında çok sağlam köprüler kurduk. Geçtiğimiz sene başladı bu strateji. Biz buna İngiltere+ dedik. İngiltere’deki bazı yöneticilerin ve bazı uzmanlık alanlarının, bölgeye olabilecek katkısını bu model ile Avrupa’nın geneline etkisini artırabilmeyi amaçladık. Bugün baktığımız zaman. İngiltere pazarını önceliklendiren ama aynı zamanda EMEA bölgesinden sorumlu olan yönetici arkadaşlarımız var. İngiltere ile EMEA’nın ilişkisi çok sıkı, birlikte çalışıyoruz.
Bu arkadaşlarla hem medya alanında hem prodüksiyon alanında hem dijital ajanslarımızın bazılarında ortak çalışıyoruz ve bu arkadaşlarımız bana raporluyorlar. Bunlar da bizim bu köprüleri çok sağlam bir şekilde kurmamızı sağladı. ve İngiltere ile olan birlikteliğimiz aslında müşteri perspektifinden olsun işi ortaya çıkarabilmek adına olsun son derece iyi.
Aynı şekilde Fransa’yla da öyle. Fransa’nın tamamı EMEA’nın bir parçası olarak işe katılıyor, Hatta Fransa’daki COO olan arkadaşımız aynı zamanda İskandinav ülkelerinden de sorumlu olarak benim ekibimin bir parçası olarak çalışıyor. Yani biz hem Fransa ile hem ingiltere ile çok güçlü köprüler kurduk. Hem sinerjileri hem de etkinliği artırmak üzerine.
Campaign Türkiye: Yeni başlangıç nasıl gidiyor, Londra’ya alıştınız mı? Orada sistem nasıl ilerliyor?
Demet İkiler: Benim ofisim Londra’da. Eski BBC’nin olduğu yapının içinde Publicis’in ofisi var. Bölgenin kalbi uzmanlıklar olarak baktığımız zaman da Londra’da atıyor.
Baktığınız zaman dijital uzmanlıklar, commers uzmanlıkları, prodüksiyon uzmanlıkları yani uzmanlıkların merkezi ve benim ekibim Londra’da. EMEA ekibi de ağırlıklı olarak londra’da bulunuyor. Bölge çok enteresan bizim için. Yani bugün İngiltere ve Fransa’nın dışında çok fazla büyüme potansiyeli olan bir bölgeden bahsediyoruz.
Almanya, İspanya ve Portekiz’e baktığımız zaman çok iyi bir operasyonumuz var. İtalya’da çok büyük bir momentum var. Hollanda’ya çok yeni bir lider atadık. Geçtiğimiz yılda ülke bazındaki liderlik pozisyonlarına da yatırımlar yapıldı. Uzmanlık pozisyonlarına da yatırımlar yapıldı.
Orta ve Doğu Avrupa özellikle prodüksiyon, CRM , data konularında derinleşmiş uzmanlık ve üretim merkezlerimiz var. Hem Avrupa hem Dünya genelinde pek çok müşteriye hizmet veriyoruz buralarda. Bunda bölgeye hem gelir hem prestij sağlıyor.
Loris Nold Global CFO’muz olmadan önce. 20 yıldan fazladır grupta pek çok farklı görev yapmıştı. Biz EMEA Bölgesini yönetmek için peş peşe göreve geldik… Bölgeyi doğru kurgulayabilmek için. Çok büyük bir bölge. Farklı dinamikleri bir araya getirmek doğru sinerjiyi yaratabilmek bir portföy yönetimi gibi düşünmek gerektiriyor. Publicis’i Publicis yapan o özel DNA’yı hiç bir şekilde riske atmak değil amacımız.
Bütün bunları yaparak amaçladığımız şey; ülkeleri daha güçlü hale getirmek ve onların sadece global müşterileriyle değil, lokal müşterileriyle de büyümelerine destek sağlamak.
Campaign Türkiye: Türkiye özelindeki mesajlarınız nelerdir? Sektörde yer alan kişiler için ne gibi tavsiyeler vermek istersiniz?
Demet İkiler: Türkiye’de önemsiz ve değersiz hissetme gibi bir durum varsa buna katılmıyorum. Acaba dünya perspektifinden bakıldığında bir anlam ifade etmiyor muyuz diye düşünüyorsak bu doğru değil. Neden doğru değil? Türkiye çok büyük lokal müşterilerin olduğu bir pazar. Türkiye’de lokal ve global dengesine baktığınız zaman çok büyük bir lokal potansiyelin olduğu fırsatlar var. Çok hareketli bir pazar.
Türkiye çok yaratıcı, çok farklı bakabilen, mesafeleri çok hızlı kapatabilen bir ülke. Dolayısıyla bu yeniliğe açıklığımız ve adapte olabilme becerimiz gerçekten çok ayrışıyor. Türkiye’den bir gitsek diye yurt dışında iş arayışı olan çok insan olduğunu görüyorum. Ama bu duyguyla o işler bulunmuyor. Yani amaç Türkiye’den gitmek olduğu zaman bence fırsat çok yok. Türkiye kaçılması gereken bir yer değil. Burada ayrışarak hatta Türkiye içinde ayrışarak kendimize bir hikaye yaratmamız lazım. Önce herkes buradaki işinin kıymetini bilerek odaklanarak burada yarattığı değere odaklanmalı ve ondan sonrasında yurtdışına gitmeyi düşünmeli. Ben bu kararı verdiğimde 52. yaşımın sonlarına geliyordum. -Yaşımı da saklamadığım için rahatlıkla söylüyorum bunu- Hiç bir zaman, hiç bir şey için geç değil. Duygusal olarak değişim zor. Değişim hep zor ama değişimden korkmanın kimseye bir faydası yok. Çünkü öyle veya böyle kendi bulunduğun ortamın içinde bile değişmek durumunda kalabileceğin günlerden geçiyoruz. Dediğimiz gibi teknoloji değişiyor, beklentiler değişiyor, yapılar değişiyor o zaman da yani tamam, ben burada iyiyim, şimdi ne uğraşacağım? 2 sene daha dayanırım, öyle bir şey yok. Yani yarın bulunduğun ortam da değişebilir. Dolayısıyla değişimden korkmak yerine değişimi biraz daha motivasyon sebebi gibi görebilmeye alıştırmak lazım kendimizi diye düşünüyorum.
The post “Hiç bir zaman, hiç bir şey için geç değil” appeared first on Campaign Türkiye.